İzmir’in Kültürel Yapısı

Eski İzmir

İZMİR ENTERNASYONAL FUARI

İzmir Enternasyonal Fuarı (İzmir Fuarı veya, özellikle İzmir içinde, kısaca Fuar da denilir) her yılın Eylül ayında İzmir’in kurtuluş günü olan 9 Eylül’ü içine alacak 10 günlük bir zaman dilimi içinde düzenlenen Türkiye’nin en köklü, en tanınmış ve en kapsamlı fuarıdır. İlk kez 2007 yılında bünyesinde, uluslararası bir kongre olan 3. Türkiye Acil Tıp Kongresi’ni de barındırmış olan fuar 80. kez kapılarını 2011 yılında halka açtı. Ana teması “Çevre ve Çevre Teknolojileri” olan organizasyonun Onur Konuğu ili Denizli, Onur Konuğu ülkesi ise Avusturya olmuştur. İzmir Kültürpark’ta (bu park alanı da bazen kısaca Fuar olarak adlandırılır) düzenlenir. Ancak İzmir Enternasyonal Fuarı (İEF), esasında, örneğin 2005 yılı için İzmir Kültürpark alanında düzenlenmiş olan ve çoğu zaten uluslararası nitelikli 37 fuardan sadece bir tanesidir.

 

Fuarlar ve kongreler kenti İzmir
İzmir Enternasyonal Fuarı’nı İzmir’de düzenlenen diğer fuarlardan ayıran özellik, tarihçesinin yanı sıra, belli bir sektör ile kısıtlı kalmayan, ithalat ve ihracat potansiyeli olan ürünlere dönük, teknolojik yenilikler içeren ve Türkiye piyasasına ilk adımlarını atan partönerler açısından önem arzeden kimliğidir. Evvelce bir ay süren İEF süresinin kısaltılarak 10 güne indirilmesi sayılan alanlarda daha da uzmanlaşarak güçlü bir niche yakalanmasını sağlamıştır.

Bölge ve ülke ekonomisine büyük katkısı olan İzmir Enternasyonal Fuarı, böylece Türkiye’nin “dünyaya açılan penceresi” sloganıyla ülke tanıtımında ve ikili ticari ilişkilerin gelişmesinde önemli bir işlev üstlenmektedir. Türkiye’nin Fuarlar Birliği’ne üye (1948’den beri) tek genel ticari fuarıdır. Teknolojinin ve yenilikçiliğin ön plana çıktığı sektörler olan otomotiv, elektrik, elektronik, iş makinaları, gıda ve ambalaj makinaları gibi uzmanlaşmaya dayalı faaliyet alanları fuar etkinlikleri içinde ağırlıklı bir yer işgal etmektedir.

İzmir Enternasyonal Fuarı günümüzde, İzmir Kültürpark’ta yer alan pek çok fuarcılık etkinliğini düzenleyen İzmir Fuarcılık Hizmetleri Kültür ve Sanat İşleri (İZFAŞ) tarafından organize edilmektedir.

 

Eski İzmir Fuar’ın tarihçesi
İzmir Fuarı, Türkiye’nin en eski, en kapsamlı ve en görkemli ticari organizasyonu olarak kabul edilir. Ancak fuar, İzmirliler için bir ticari organizasyon olmanın da ötesinde birçok çok anlam ve duygunun ana öğesidir.
Örneğin; İzmir fuarı, İzmirliler için hareketli bir hayat, ailece geçirilen hoş bir zaman (yani felekten bir gün), eğlence ve adrenalinin bir arada olduğu bir gezinti, anıların tazelendiği nostaljik mekanlar ve büyük aşkların yeşerdiği, tarifsiz duyguların hayat bulduğu bir mekan demektir. Kısacası bu kentte yaşayan insanlar için İzmir fuar, fuar İzmir demektir.

İzmirlilerin fuarı böylesine özümsemeleri, kuşkusuz fuarın tarihi geçmişiyle yakından ilgilidir. Zira İzmir Fuarı’nın kuruluşunun kökleri, 17 Şubat 1923 tarihinde, İzmir’de gerçekleştirilen 1. İktisat Kongresi’ne dayanmaktadır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün emri üzerine 17 Şubat 1923’te toplanan 1. İktisat Kongresi ile birlikte bir ticari ürünler sergisi düzenlenmiştir. Bugün İkinci Kordon’da bulunan Hamparsumyan Binası’nda gerçekleştirilen sergide el tezgahları, küçük sanayi ürünleri, Uşak, Isparta, Kula ve Gördes halıları, yağlı ürünler, sabunlar, ayakkabı, pamuk, makarna, mobilya, unlu yiyecekler, deri ürünleri, kolonyalar, tarım araçları, helvalar, maden örnekleri, tuğla ve kiremitler, şaraplar, kereste ve tütün mamulleri gibi bir çok farklı ürün sergilenmiştir.

Bu sergiyle birlikte İzmir’de ilk örneği uygulanan fuarcılık faaliyetinin, ikincisi 4 Eylül 1927 tarihinde gerçekleştirilmiştir. İzmir Ticaret Odası’nın teklifi ve döneminin İzmir Valisi Kazım Paşa’nın (Dirik) kararı ile Mithat Paşa Sanat Enstitüsü’nde “9 Eylül Mahalli Sergisi” adında bir sergi düzenlenmiştir. 71 resmi kuruluşun yanı sıra 195 yerli firma ile Polonya, Almanya, Rusya, Amerika, İngiltere, İtalya, Fransa, İsviçre ve Macaristan’dan katılan 72 kuruluşun ürünlerinin sergilendiği bu organizasyon, 1. İzmir Enternasyonal Fuarı olarak kabul edilmektedir. Ertesi yıl yine aynı mekanda gerçekleştirilen ve 2. İzmir Enternasyonal Fuarı olarak nitelendirilen sergiye, 155’i yabancı olmak üzere 515 firmanın katılması, bu organizasyonun ne denli önemli olduğunu gözler önüne sermektedir.

1929’daki ekonomik buhranın etkisiyle 1933 yılına kadar sergi düzenlenmezken, 1933 yılında “9 Eylül Panayırı” adıyla bugünkü Cumhuriyet Meydanı’nda ulusal mahiyette bir sergi gerçekleştirilmiştir.
1934 yılında yine Cumhuriyet Meydanı’nda, bu defa uluslararası bir nitelikte “Arıulusal İzmir Panayırı” adıyla düzenlenen sergi, 3. İzmir Enternasyonal Fuarı olarak ziyaretçilerini ağırlamıştır.

1935 yılında da Cumhuriyet Meydanı’nda gerçekleştirilen İzmir Fuarı, İzmir’in efsane belediye başkanı Behçet Uz’un insanüstü çabaları sayesinde 1936 yılında yeni yerinde, Kültürpark’ta ziyaretçileriyle buluşmuştur. Bugün fuar denilince ilk akla gelen yer olan Kültürpark, 1922 yılındaki Büyük Yangın’ın ardından adeta bir hayalet şehri andıran eski bir mahalledir. Yani bir başka deyişle Kültürpark, küllerinden doğan bir şehrin simgesi, hatta parlayan bir yıldızıdır.

20 Ağustos 1937 yılında “İzmir Enternasyonal Fuarı” adını alan bu ticari organizasyon, zaman içerisinde İzmirliler tarafından benimsenmiş ve adı kentle özdeşleşmiştir.

Gazinolarıyla, sergileriyle, tiyatrolarıyla, konserleriyle, palmiyeleriyle, yeşillikleriyle, heykelleriyle, lunaparkıyla, spor kompleksleriyle, paraşüt kulesiyle ve her ne kadar daha sonra Sasalı’ya taşınmış olsa da hayvanat bahçesiyle İzmir’in gözbebeği olan Kültürpark, tarihi izler taşıyan bir mekan olma özelliğine de sahiptir.

Örneğin; bu devasa parkın kapılarının Lozan, 26 Ağustos, Cumhuriyet, 9 Eylül ve Montrö gibi Türk tarihi için önemli tarihlere, şehirlere ve değerlere atıfta bulunması gibi…

1990 yılına kadar fuar organizasyonlarını bünyesinde bulunan “Fuarlar ve Turizm Müdürlüğü” aracılığıyla gerçekleştiren İzmir Büyükşehir Belediyesi, İzmir’i Fuarlar ve Kongreler Kenti yapma ülküsü ve bu doğrultuda İzmir Enternasyonal Fuarı’nın yanı sıra ihtisas fuarlarını daha çağdaş ve modern niteliğe kavuşturabilmek amacıyla, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Ege Bölgesi Sanayi Odası, Ege İhracatçılar Birliği, İzmir Ticaret Odası ve İzmir Ticaret Borsası’nın ortaklığıyla 1990 yılında İZFAŞ’ı kurmuştur.

İzmir Enternasyonal Fuarı’nın yanı sıra birçok uluslararası ihtisas fuarını da büyük bir ustalıkla gerçekleştiren İZFAŞ, İzmir’in ticari hacmine sağladığı büyük desteklerle kent ekonomisinin gelişimine doğrudan katkı sunmaktadır.

Bugün son teknolojik donanımlarla sağlamlaştırılmış teknik bir altyapıya sahip 4 adet hol ile İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından Gaziemir’de inşa edilen ve 337000 m2 alan üzerine kurulu Türkiye’nin en büyük fuar kompleksi olan “Fuar İzmir” sayesinde fuarcılık faaliyetleri dünya standartlarına ulaşmıştır.

İzmir… Türkiye’de ve dünyada bir yerel yönetim kendi öz kaynaklarıyla inşa ettiği tek fuara sahip olan, yılda ulusal ve uluslararası yaklaşık 30 fuar düzenleyen, dünyanın Uluslararası Fuarlar Birliği’ne üye olan ilk Türk ticari fuar organizasyonuna ve dünyanın üç büyük doğal taş fuarından birisi olan MARBLE’a ev sahipliği yapmanın gururunu yaşayan kent.

Son yıllarda özellikle fuarcılık sektöründe önemli atılımlar gerçekleştirerek “Fuarlar ve Kongreler Kenti” haline gelen İzmir, “sürdürülebilirlik” ve “inovasyon” ilkeleri üzerine kurulu vizyonuyla fuarcılık alanında bir dünya markası olmaya adaydır.

 

 

Eski İzmirFUAR İZMİR
Fuar İzmir, İzmir’de yer alan ve Türkiye’nin en büyük fuar ve kongre merkezi olan kompleks. Temeli Şubat 2013’te atılan fuar kompleksi ₺400 milyon maliyetle gerçekleştirildi.[5] Gaziemir ilçesinde 337.000 m2 büyüklüğünde bir arsa üzerine inşa edildi. Binanın ihalesini ₺259.690.000 teklifle Ermit Mühendislik kazandı.[6] 25 Mart 2015’te açılışı yapılan kompleks, ihtisas fuarlarına ev sahipliği yapmaktadır. İzmir Enternasyonel Fuarı ve tüketiciye yönelik düzenlenen diğer fuarlar kademeli olarak Kültürpark’tan Fuar İzmir’e taşınacaktır. Fuar alanı Adnan Menderes Havalimanı’na 10 dakika, kent merkezine ise 15 dakika uzaklıktadır. Toplam 7 bloktan oluşan projede, 14 katlı ve 48 metre yüksekliğinde bir seyir kulesi ile amfi tiyatro şeklinde bir meydan bulunmaktadır. Fuar alanı ile havalimanı arasına monoray yapılması planlanmaktadır.

 
İZMİR’İN TARİHSEL MEKAN VE BİNALARINDAN ÖRNEKLER

Tepekule Höyüğü
Kentin başlangıcı hakkında bugün Bayraklı semtinde yer alan ve Tepekule olarak bilinen ören yerinin, eski İzmir’in kuruluş yeri olduğuna pek şüphe bulunmamaktadır. Burasının kuruluş yeri olarak seçilmesi, dışarıdan gelecek saldırılara karşı savunma kolaylığı sağlamasındandır. Kuruluş yerinin tercihinde öne çıkan faktörlerin başında güvenlik kadar ticari aktivite de belirleyiciydi. Bir yarım ada üzerinde bulunuşu, kente doğal bir liman imkanı sağladığından, deniz ticaretine uygun ortam hazırlıyordu.
Bayraklı’da yapılan kazılarda elde edilen buluntular, İzmir’in kuruluşunun İÖ. 3000 yıllarına kadar indiğini göstermektedir. İzmir’in bu ilk döneminden geriye kalan en önemli miras, şehrin kendisidir. Bugüne kadar yapılan çalışmalarda, kentin ızgara planlı, yani bir-birini dik kesen sokaklarla örülü bir yapıda olduğu anlaşılmıştır. Kente ilişkin önemli bulgular arasında iki tapınak, şehrin surları, sivil mimari örnekleri, cadde, sokak ve çeşmeler sayılabilir.

Kadifekale
İzmir’in yeniden kurulması, Türkçe’de Büyük İskender diye bilinen Makedonyalı Alexandros’a bağlanır. Büyük İskender İran seferinin başlarında, İÖ. 334 yılında Pers İmparatorluğu’nun Anadolu’daki ordusunu yendikten sonra, ordularıyla Efes üzerine ilerlemişti. Bu harekat sırasında İzmir yöresine geldiği ve söylenceye göre, şimdiki Kadifekale civarında ilahi bir işaret almış ve kendisinden orada yeni bir Smyrna kenti kurması istenmişti. Kentin kuruluşunun İskender’in önde gelen iki komutanı tarafından gerçekleştirildiği kabul edilmektedir. Bilindiği üzere Kadifekale, bu dönemin bir hatırası olarak kentin üzerinde bir taç gibi durmaktadır.

Agora
İzmir, Roma İmparatorluğu döneminde önem kazanmış ve ticaret kenti olma özelliğini geliştirmiştir. Roma İmparatorluğu döneminde kentin pek çok eser kazandığı bilinmektedir. Cadde ve sokaklar taş döşeme ile kaplanmış, kentin görüntüsüne Roma mimarisi hakim olmuştur. Ancak ne yazık ki bu eserlerden büyük çoğunluğu günümüze ulaşamamıştır. Fakat Roma dönemi eserlerinden bazılarının kalıntıları, İzmir’in geçmişten getirdiği izler olarak kentte yaşamaktadır. Bu kalıntıların başında hiç şüphesiz Agora gelmektedir.
Her türlü tahribata uğramasına ve bakımsızlığına rağmen büyük bölümü günümüze ulaşabilmiş olan devlet agorası Roma dönemi yapıları içinde en dikkat çekici olanıdır. İS. 178 deki deprem sonrasında tamir edilmiş şeklini yansıtan agoranın bir bölümü de, kazı çalışması yapılmadığı için toprak altındadır.

Konak Meydanı
XVIII. yüzyılda başlayan, Osmanlı Devleti’nin modernleşme sürecinin kentlere yansıması, XIX. yüzyıl başlarına denk gelmiş ve bu dönüşüm, İzmir’in fiziksel yapısında yeni bir kentsel dokunun ortaya çıkmasına zemin oluşturmuştur. Bu nedenle imparatorluğun diğer kentlerinde olduğu gibi İzmir’de de, XIX. yüzyıl öncesinde kamusal bir merkez bulmamız mümkün değildir. Dolayısıyla İzmir’de böyle bir merkezin oluşumu, devletin modern bir monarşi olma yoluna girmesine bağlı olarak ortaya çıkabilmiştir.

Kemeraltı Çarşısı
Eskinin gizemli tonoz ve kubbeli dükkanlarıyla modern iş merkezleri, mağazalar, sinemalar ve cafelerin birarada yer aldığı Kemeraltı’da her türlü zevke ve keseye uygun çok sayıda seçenek bulunuyor. Çarşıda geleneksel Türk el sanatlarından seramikler, çini panolar, ahşap ürünleri, tombaklar, halı ve kilimler ve deri ürünlerinin her çeşidini bulmak mümkün.

Katipoğlu Konağı
XIX. yüzyıldan itibaren oluştuğunu belirttiğimiz konak çevresindeki kamusal mekanın başlangıcı İzmir’in ünlü ayan ailesi Katipoğulları’na uzanmaktadır. 18. yüzyılın başından itibaren varlığını bildiğimiz aile, belirtilen yüzyıl içinde giderek güçlenmiş ve İzmir’in yönetiminde en etkili odaklardan birisi olmuştur. İşte Konak meydanı olarak bildiğimiz meydana adını veren yapı, Katipoğlu ailesinin konağıdır. Bu konağın dış avlusunu çevreleyen duvarların daha doğrusu cümle kapısının önündeki küçük boş alan, İzmir’in ilk Konak meydanıdır.
Konağın arka tarafında küçük bir türk mezarlığı olan sulu mezarlık, Meydanın denize doğru ucunda ise bugün de hala varlığını sürdüren Ayşe hatun camii yani Yalı camii yer alırdı.
II. Mahmut’un devlet yönetimini merkezileştirme amacıyla, ayanları tasfiye etmesinden Katipoğlu ailesi de nasibini almış ve konak, ailenin diğer mallarıyla birlikte 1816 yılında devletleştirilmiştir. Bundan sonra Konak, İzmir mutasarrıflarının ikametgahı ve aynı zamanda İzmir sancağının idari binası olarak hizmet vermeye başlamıştır. 1863 yılına gelindiğinde, Katip-oğlu ailesinden kalan ve yıkılmaya yüz tutan ve İstanbul’a yazılan raporlarda harabeye dönüştüğünden söz edilen konağın tamiri talep edilmekteydi. 1864’de İzmir, Aydın Vilayetinin merkezi haline getirilmiştir. Bu değişiklik hükümet konağı projesinin de yeniden ele alınmasına ve revize edilmesine neden olmuştur. Yeni hükümet konağının yapılırken binanın gösterişli olarak yapılması ve bir prestij kurumu olarak tasarlanması düşünülmüştür. İnşaat 1869-70 de başlayabilmiş ve 1872 de tamamlanabilmiştir.

Çakırağa Konağı
Ege bölgesindeki ilk yapılışındaki mimari üslubu korunmuş ender konaklarından biri olan Çakırağa Konağı’nın 1761 tarihinde Şerif Aliağa tarafından yaptırıldığı tahmin ediliyor. 3 katlı, dış sofalı, çift köşk odalıdır. Alt kat duvarları taş örgü diğer duvarları ahşap çatı içine dolma teknikle inşaa edilmiş. Taş döşemeli alt katta, hizmetli, nöbetçi, bekleme odaları ve ahır yer alıyor. Dik merdivenle çıkılan ara katta kışın kullanıldığı düşünülen alçak tavanlı odalar bulunuyor. Üst kat planı ara katta olduğu gibi açık sofalı, uzun dörtgendir. İki sekili iki çıkma ve iki köşk odalı.

Sarı Kışla
Yeniçeri ocağının 1826’da kaldırılması sonrasında yeni kurulan ordunun nefer ve subaylarını İzmir’de barındıracak, talimlerini yapabilecek ve ticaret açısından istikrarlı ortam oluşturmak amacıyla bir kışlanın inşa edilmesi acil bir durum olarak ortaya çıktı.
Bugün Konak Meydanı olarak bildiğimiz alanın 1826 yılından önceki durumunu görme şansımız olsaydı, yukarıda belirttiğimiz gibi sarı kışlanın yerleştirildiği sahada 10 sabun atölyesi, büyük bir tuz-hane, 4 kahvehane, 3 manav dükkanı, 3 meyhane, çeşitli vakıf dükkanları, 44 odalı bir Yahudi-hane ve bazı evlerden oluşan bir doku ile karşılaşacaktık. 1826 yılında İzmir muhafızı Hasan Paşa ve İzmir kadısına yazılan emirde, kışlanın yapılması için gerekli hazırlıkların tamamlanması, özellikle deniz kenarında bir yer seçilmesi isteniyordu. Deniz kıyısında kışla yapılabilecek büyüklükte bir arsa bulunmadığından, saymış olduğumuz ticarethane ve evlerin satın alınarak yıkılması, denizin doldurulması ve açılacak bölgede kışla binasının yapılması kararlaştırılmış ve bu çalışmalar sonrasında 1829 yılında ünlü Sarı Kışla tamamlanarak, faaliyete girmiştir. Katip-oğlu konağının idari bir bina olarak kullanılmaya başlanması ve Sarı Kışlanın 1829 da bitirilmesiyle kamusal bir mekanın oluşumunun ilk evresi tamamlanmıştı.

Rıhtımın Oluşturulması
İzmir’in idari merkezi olarak Konak Meydanının oluşmasının ikinci evresi, 1850’li yıllarda başlamıştır. Bu bağlamda yapılan yatırımların başında yeni rıhtımın inşası (1867-1876) gelmektedir. Rıhtım projesi, İzmir’in eski limanı yani iç limanın doldurulması sonucunu da doğurduğundan, kentin denizden görünümü iyiden iyiye değişiyordu. Bu değişim iç liman girişindeki Liman kalenin yıkılmasıyla iyice belirginleşti.

Hastane
Türkler dışındaki bütün toplulukların İzmir’de hastanesi olduğu halde, Türklerin ilk hastanesi 1849’da Gureba-yı Müslimin adıyla inşa edilir. 1909’dan sonra yaygınlaşan memleket hastaneleri kapsamında, eski hastane 3. bloku yapılarak genişletilir.

İdadi/Adliye
1886 Temmuzunda İzmir İdadisi olarak eğitim faaliyetlerine başlar. İşgal döneminde işgal komiserliği tarafından mahkeme olarak kullanılır ve bu işlevini 1922 den sora 1970’de yanıncaya kadar sürdürür.

Hapishane
1838 Brüksel anlaşması, tüm Osmanlı ülkesinde olduğu gibi, İzmir’de de bir hapishanenin açılmasını gerekli kılmıştır, bunun üzerine, Cezayir hanı hapishane olarak kullanılmaya başlanmıştır. Hükümet Konağının yapılması sırasında vilayet hapishanesinin de inşası gündeme gelmişse de, ancak 1912 yılında günümüzde Konak’ta çok katlı otopark olarak kullanılan yerde hapishane yapılmıştır.

Saat Kulesi
Saat kulesi, konak önü veya kışla meydanı olarak bilinen alanın ortasına yakın bir yerde, dönemin valisi Kamil Paşa ve Belediye Reisi Eşref Paşa’nın gayretleriyle inşaatına 1 Eylül 1900 tarihinde başlanmış ve yaklaşık bir yıl süren bir yapım süresinden sonra, dönemin Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit’in 25. cülus (tahta çıkış) kutlamaları çerçevesinde 1-Eylül-1901 tarihinde törenler ve şenliklerle açılmıştır.

Asansör
İzmir’in Karataş semtinde, Mithatpaşa Caddesi’nden yaklaşık 40 metre yükseklikteki Halil Rıfat Paşa Caddesine çıkmak için, 1907’de İzmir tüccarlarından Nesim Levi tarafından yaptırılmıştır. 1942 yılında bir başka işadamı Şerif Remzi Reyent’e devredilen asansör, 1977 yılında belediyeye bağışlanmıştır.

Kordon
1860’lı yıllara kadar İzmir’de düzenli liman ve rıhtım bulunmamaktaydı, bu durum, gemilerin yükleme ve boşaltma işlemlerinde güçlük yarattığı gibi, kaçakçılığa da büyük çapta olanak sağladığından gümrük gelirlerinde önemli kayıplara yol açmaktaydı. 1860’lı yılların ortalarında demiryolu hatlarının işletmeye açılması ve yöreden gelen malların akışının hızlanması ve artması nedeniyle, büyük tonajlı gemilerin rahatça yanaşıp, yükleme boşaltacak yapabilecekleri bir rıhtıma ihtiyaç duyulmuştur. 1867’de J. Charnaud, A. Baker ve G. Guerracino adlı İngiliz tüccarların kuracakları kumpanyaya Rıhtım inşaatının imtiyazı verilmiştir. Şirket 1869’da inşaata başladı ve rıhtımın önemli bir bölümü, 1876 yılında tamamlanarak hizmete açıldı. İngilizler’in Alsancak Garını kurmaları, ardından Gümrük önünden Alsancak’a kadar Rıhtım yapılması ve rıhtıma tramvay hattının döşenmesi, İngilizler’i ticari ilişkilerde ön plana çıkarmıştır. Birinci Kordon’a döşenen tramvay hatları ile gündüzleri yolcular taşınırken, geceleri tramvay hattında çalışan tren katarları, Alsancak Garı’na gelen malları Birinci Kordon’dan geçirerek İzmir Limanına taşıyarak, gemilere yüklenmesine yardımcı olmaktaydı.

Alsancak Garı
1856 yılında İzmir-Aydın demiryolu hattının yapılması için imtiyaz, İngiliz girişimci Wilkin ve dört arkadaşına verildi. İmtiyaz 1857 yılında “İzmir’den Aydın’a Osmanlı Demiryolu” kumpanyasına devredildi ve Alsancak Garından başlayan 133 kilometrelik İzmir-Aydın demiryolu hattı, 1866 yılında hizmete açıldı.

Kızlarağası Hanı
İzmir’in ticari etkinliklerinin başlaması üzerine, XVIII. yüzyıldan itibaren denize yakın ticaret bölgesinde hanlar inşa edilmeye başlanmıştır. Hanlar, İzmir’in Osmanlı-Türk çehresini yansıtan binalardır. Bu binalardan günümüze kalan örnekler son derece azdır. Günümüzde restore edildikten sonra önemli bir merkez haline gelen Kızlarağası hanı, 1744 yılında Sultan I. Mahmut’un Kızlarağası Hacı Beşir Ağa tarafından yaptırılmış, iki katlı, dört kapılı bir handır.

Hisar Camii
Hisar Camii adını, yapıldığı dönemde yanıbaşında bulunan Hisardan almıştır. Bu camii İzmir’in tarihsel iş merkezinde olup, 1597 yılında Yakup Bey tarafından yaptırılmıştır. Ortadaki büyük kubbesi sekiz adet fil ayağı üzerinde durmakta, yanlarda üçer büyük, arkada üç küçük ve son cemaat yerinde de yedi küçük kubbesi ile tek şerefeli minaresi bulunmaktadır. Mihrap, minber ve vaaz kürsüsü son derece özenle süslenmiş olup, günümüze oldukça sağlam bir biçimde ulaşmıştır.

Yalı (Konak) Camii
XVIII. yüzyılda yapıldığı dönemde deniz kenarında bulunduğu için Yalı ismini alan bu camii, Ayşe hatun ismiyle de anılmaktaydı. Caminin yapım tarihi hakkında 1755 ve 1774 olmak üzere iki farklı tarih ileri sürülmektedir. Ancak XVIII. yüzyıla ait olan bu eseri, İzmirli Ayşe Hatun, deniz kıyısındaki medresesinin avlusuna Kütahya çinileriyle bezeli, tek minareli zarif biçimde yaptırmıştır.

İsa Bey Camii
Bir Selçuklu eseri olan cami, Ayasuluk tepesinde St. Jean Bazilikası’nın batı yamacına 1375 yılında Aydınoğlu İsa Bey tarafından yaptırılmış. Türk mimarisinde de ender görülen uygulamalardan biri olan İsabey Camii, Selçuklu camileri ile Osmanlı camileri arasında geçiş dönemi eseri kabul ediliyor.

Cumhuriyet Meydanı ve Atatürk Anıtı
1922 yangını sonrasında İzmir’in imar çalışmaları içinde en önemli kazanımlarından birisi, hiç kuşkusuz Cumhuriyet Meydanı ve bu meydanda yer alan Atatürk anıtıdır. Meydan ve anıt, kentsel planlama bakımından en önemli göstergelerinden birisidir. 1925 yılında yapımı tasarlanan meydan ve anıt, ancak 1929 yılında projelendirilmiş ve İtalyan heykeltıraş Canunica’ya ısmarlanmışsa da, ekonomik bunalım nedeniyle ancak 1932’de dönemin Belediye Reisi Behçet Uz’un çabaları ile tamamlanabilmiştir.

İzmir Milli Kütüphane ve Elhamra Sineması
Türkiye’nin Milli adını taşıyan ilk Kütüphanesi olan İzmir Milli Kütüphanesi, İttihat ve Terakki Fırkası’nın çabalarıyla, 1912 yılında okumuş, kültürlü Türk gençlerinin yetiştirilmesi amacıyla, Beyler Sokağındaki Salepçi-zade Konağının selamlık bölümünde hizmete girmişti. Bu günkü binasının yapımına 1922’den sonra başlanarak, 1926 yılında Elhamra Sineması tamamlanarak hizmete açılmış, kütüphane binası ise 1933 yılında tamamlanabilmiştir. Bu anıt eserin projesi Mimar Tahsin Sermet Bey tarafından Neo-Klasik tarzda hazırlanmıştır.

Erken Cumhuriyet Dönemi Mimari Örnekleri
1922 yangını, İzmir’e çok büyük bir yangın yeri hediye etmişti. Yangın yerlerinin imarı çalışmaları sırasında yapılacak kamusal binaların mimarisine özen gösterilip, görkemli yapılarla, erken Cumhuriyet dönemi mimarisi oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu binalardan bazıları Fevzi Paşa Bulvarı ve Gazi Bulvarı girişinde bulunup, günümüze kadar varlığını sürdürmüşlerdir.

a- Vakıflar Bankası Binası (Çatalkaya Hanı)
Günümüzde Vakıflar Bankası olarak hizmet veren, Fevzi Paşa Bulvarı girişinde sağ köşede bulunan bina, Mimar Kemal Bey tarafından 1931 yılında Çatalkaya adını taşıyan bir iş hanı olarak yapılmıştı. İzmir’in imarı çalışmaları sırasında yapılan bina, erken Cumhuriyet döneminin 1. Milli Mimari akımının ve Art Deco stilinin özelliklerini taşımaktadır.

b- Osmanlı Bankası
Osmanlı Bankası’nın İzmir Şube binası olarak yapılan bina, Fevzi Paşa Bulvarı girişinde sol köşede bulunmaktadır. 1926 yılında Mimar M. Mongeri tarafından yapılan bina, 1. Milli Mimari akımının örneklerindendir. Özgün bir mimarisi olan eser, İzmir’de erken Cumhuriyet dönemi binalarının önde gelenlerindendir.

c- Ziraat Bankası
Gazi Bulvarı üzerinde yer alan Ziraat Bankası binası, 1930 yılında yapılmıştır. Erken Cumhuriyet dönemi eserlerinden olan bu bina, hem 1. Milli Mimari akımının, hem de Art Deco stilinin özelliklerini taşımaktadır.

d- Borsa Sarayı
İzmir Ticaret Borsası Türkiye’nin ilk ticaret borsası olup, 1891 yılında faaliyete başlamıştır. Ancak kuruluşundan itibaren bir çok bina değiştiren Borsa, şimdiki hizmet binasına ancak 1928 yılında kavuşabilmiştir. Yangın mahallinin imarı çalışmalarında İzmir Belediyesi tarafından verilen arsa üzerine yapılan binanın Tahsin Sermet Bey olup, bina 1. Milli Mimari akımın özelliklerini yansıtmaktadır.

İzmir Devlet Tiyatrosu (Eski Türk Ocağı Binası)
1925 yılında Türk Ocağı İzmir Şubesi binası olarak yapılan eserin mimarı, Yüksek Mimar Necmettin Emre Bey’dir. Yapı 1. Milli Mimarlık tarzının özelliklerini taşıyan, kubbeli, iki katlı zarif bir örnektir.

Saint Polycarpe Kilisesi
Katolik inancına göre İzmir’in koruyucu azizi olarak kabul edilen Saint Polycarp’ın hatırası için yapılmış Katolik kilisesidir. Kilisenin yapımı 1625 yılına kadar gitmektedir. Yapıldığında deniz kenarında olan, günümüzde Gazi Osman Paşa Bulvarı üzerindeki bu kilise, bir çok tadilat geçirdikten sonra 1898’de son şeklini almıştır. Kilisenin bu son halini gerçekleştiren mimar, İzmir Saat Kulesinin de mimarı olan Raymond Pere’dir.

Meryem Ana Kilisesi
Meryem Ana Kilisesi, Selçuk’u gören tepelerden biri olan Bülbül Dağı’nın doruğuna yakın. Meryem Ana, İsa’nın ölümünden sonra Aziz Yahya ile Efes’e gelmiş ve 101 yaşında ölene dek, ömrünün son yıllarını burada geçirmiş. Bu sebeple Hıristiyanların önemli bir hac merkezi. Şifalı olduğuna inanılan bir de kaynak suyuna sahip. Kutsal Bakire Meryem’in kaldığı bu ev, 1967 yılında Papa VI. Paul ve 1979 yılında Papa II. Jean Paul tarafından ziyaret edilmiş. Vatikan tarafından kutsal ilan edilen Meryem Ana Kilisesi, dünyanın dört bir yanından gelen Hıristiyanları ağırlıyor.

Bergama Kilisesi
İncil’de adı geçen yedi kiliseden kesin olarak yeri bilinen tek kilise olan Bergama Kilisesi, 313-500 yılları arasında Hıristiyan aleminde önemli bir yere sahipmiş. Bergamalılar tarafından “Kızıl Avlu” diye adlandırılan bazilikaya “Serapien” (Serapis adlı tanrı için yapıldığından) deniliyor.

Çifte Kiliseler (Konsül Kilisesi)
Efes’te Bizans Hamamları’nın karşısında yer alan Çifte Kiliseler’in Hıristiyanlık dünyası için son derece özel bir önemi var. MÖ.431 ve 438 yıllarında konsüllerin toplandıkları kilise 26.5 x 29.5 metre boyutlarında. 2. yy.’da Roma döneminde bir bazilikaya dönüşen yapı, Meryem Ana’ya adanmış. Kilise dünyada Hıristiyanlığın ilk yedi kilisesinden birisi olması nedeniyle bugün bile büyük önem taşıyor. Bazilika’nın MS.4 yy.’da kiliseye dönüştürülmesi esnasında batı tarafına nefli bir yapı eklendiği ve batı girişinden sonra büyük bir Atriyum’un yer aldığı biliniyor. M.S. 7 yy.’da kilisenin apsisinden açılan bir kapı ile ikinci bir kilise inşa edilince kiliselerin adı ” Çifte Kiliseler ” olarak anılmaya başlanmış. Meryem Ana adına sunulan ilk kilise olması nedeniyle kilise ve çevresi dini bir merkez durumuna gelmiş.

Beth İsrael Sinagogu
Mithat Paşa caddesi üzerinde bulunan bu Sinagog, Kamil Paşanın Aydın Vilayeti Valiliği döneminde (1895-1907), Karataş civarında yaşayan Museviler’in ibadetlerini yapabilmeleri için inşa edilmiş, İzmir’in en büyük ve seçkin havrasıdır.

 

KAYNAK – GEZİKOLİK  

KAYNAK – VİKİPEDİ

KAYNAK – İZMİR BELEDİYESİ